HUZUR
Bir huzur vakti idi. Dostlarla yola çıktık. Denizin hafif rüzgarı yüzlerimize vuruyor, güneş gözlerimize dokunuyordu. Her dokunuşta daha fazla kamaşıyordu gözlerimiz. Huzura yaklaşan dik yokuşu tırmanırken bazılarımız söyleniyor, bazılarımız koşmayı deniyordu. Ben de arnavut kaldırımlarını seyrederek nasıl bir manzara ile karşılaşacağımı tasavvur ediyor, ve bir an önce oraya ulaşmak istiyordum. Bu karmaşık yolculuğun sonunda huzur evine ulaştık. Çiçekler gibi toplanmış bir grup, bayram sevinci yaşıyormuş gibi karşıladı bizi. İki güzel insanla tanıştım. Selim Amca ve Hikmet Teyze…
“Samimi söylüyorum ömrümde böyle güzel gün yaşamadım.” dedi Selim Amca. Gözleri hüzün ve mutluluk doldu. O güzel elleriyle arkadaşını arayıp “Bugün göklerdeyim, uçuyorum ben, talebeler ziyarete gelmiş.” dedi. Uzun bir süre konuştu arkadaşıyla. Şu ana kadar gitmemiş olmamın üzüntüsüyle, Selim Amca’nın mutluluk göz yaşları birleşti yüreğimde. Bir ziyaretçisi fotoğraf çektirmiş Selim Amca’yla. Bastırıp getireceğim sana demiş. Günlerdir o fotoğrafı bekliyormuş ama ne yazık ki ne gelen var, ne fotoğraf. Ben de fotoğraf çekmek istedim. Neye yarar dedi üzülerek. Çok şeye yarar dedim. İlk kez birisi için koşarak fotoğrafçıya gittim ve bastırdım birkaç tane. İçimde tarifsiz bir huzur oluştu. Fotoğrafları verdiğimde mutluluktan ağladı. Koskoca adam ağlar mı diye düşünmeden edemiyor insan. Yalnız ve sevgisiz bırakılmış. Sadece bir fotoğraf karesine mutluluktan ağlayacak kadar sevgisiz. Evi, yurdu huzur evi olmuş. Çocuğu, torunu, eşi, dostu tanımadığı ziyaretçileri olmuş. Kızını kaybetmiş Selim amca. Arkasından eşini. Zaten bitmiş bütün mutluluğu. Bir anda kimsesi kalmamış etrafında. Düşmüş çıkması imkansız olan boşluğa. “Yaşlı” kelimesinin birden çok anlamı var. Akıl yaşlı, yürek yaşlı, göz yaşlı kalmış.
Hikmet teyze de torunlarım diye sevdi bizi. Küçük bir eve dönüştürdüğü odasına aldı. Tarih ve kolonya kokusu birleşmişti. En özlediğim koku vardı o odada. Sanki bütün yaşlılar tarih kokuyordu. Herkesin bildiği bir şey değildir ama tarih bir başka kokar. Bana torunuymuş gibi sarıldı, öptü. Bembeyaz bir yüzü, pamuk gibi elleri vardı. Sarıldım ellerine. Onun mutluluğunu hissettikçe daha çok sarılmak istiyordum.
Yaşlarını sorduğumuzda “Sence kaç gösteriyorum?” dedi her biri hayat dolu bir şekilde. İsmini bilmediğimiz bir amca daha vardı. Bizi gördü ve hiç konuşmadan sessizce ağladı. Başka bir amca da kaybetmiş eşini yıllar önce. “Tam 44 sene sevdim, hala onun için ağlıyorum.” dedi. Aşkının saflığı gözlerinin içinden belli oluyordu. Tek tek elini öptük hepsinin. Yılların vermiş olduğu, ellerindeki kırışıklık huzur verdi bana o dakikalarda. Büyük bir içtenlikle sarıldılar bize. Yıllandıkça mükemmelleşmiş bedenlerdi her biri. ‘Huzur evine gitme’ eyleminin, bu denli büyük bir şey olacağını bilmiyordum. Yaptığım, yapmam gereken ve yapılması gereken en güzel şey. İlk kez bu kadar basitçe ve hiç bir şey yapmadan mutlu ettik insanları. Ve ilk kez böyle duygu dolu bir gün yaşadım. Ama bu yaşa gelip bu duyguyu ilk kez yaşamam, utandırdı beni. Yine bir gün hayattan ders aldım. Anladım ki ‘huzur’ dünyadaki en önemli kelime. Ama ‘huzur evi’ çok farklı. Onlar artık huzurlu evlerinde değil, huzur evlerinde yaşıyorlar. Sadece şunu söylemeliyim. Kıymet bilmeli insan. Geç kalınmış olsa da yaşın, yaşlının, yaşlanmanın, yaşamanın kıymetini bilmeli.
-DUYGU YİĞİT
Hiö bu kadar güzel bir makale okumamıştım. Elinize yüreğinize sağlık..
Naif ruhunu okuyucuya aktarmış yazar. Bizi buralardan alıp, çokça aklımıza ilişmeyen huzurevlerine götürüyor cümlelerinde. Biraz buruk hissettirse de, yeni çabalara yelken açıyor. Sonunda verdiğimiz sözleri tutarak onların yanında olduğumuzu hissettirdiğimiz çabalar…
Duygucum yüreğine ve o güzel bakan gözlerine sağlık canım